29 Kasım 2010 Pazartesi


23 Kasım 2010 tarihli birkaç gazetenin manşeti, “Eğitimde Fatih Projesine” ilişkindi. Sabah gazetesinin “Kayıp yılları geri istiyoruz” manşeti, “öğretimin bilimsel kalıplara oturmasını sağlamaya katkıda bulunacak bir projede, eğitimde boşa geçen yıllara atıf yapan bir anlam taşıyordu.
Törende konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan; "Bizde müfredatın tartışma konusu olduğunu göremezsiniz ya da çok nadir şahit olursunuz. Eğitim metotları, eğitim teknolojileri, eğitimde fırsat eşitliği, imkânlar konuşulmaz! Varsa, yoksa şekil konuşulur, varsa yoksa şekil tartışılır" diyen Erdoğan şöyle devam etti: "öğrencinin neyi öğrendiği, neyi öğrenemediğinden ziyade ne giydiği, ne okuduğu, hangi okulu tercih ettiği ya da etmesi gerektiği gündemi işgal eder. Avrupa ülkelerindeki çocuklar sınıflarında bilgisayarla eğitim görürken, akıllı tahtalar kullanırken, yaşam boyu eğitimi tartışırken, bizde meslek liseleri, üniversite öğrencilerinin kılık kıyafeti, zorunlu eğitimin süresi konuşuldu."
Benim de, özellikle vurgulamak istediğim nokta “mesleğimiz açısından” gerçekten de budur.
Bizim eğitim sistemimizin en büyük sorunlarından birisi, öğretmenin kendi görevinden başka her şeyle ilgilenmesidir.
Mesela öğretmen, liselerde bir “güvenlik görevlisi, ” İlköğretimde ise bir neredeyse bir “dadıdır.” Birçok öğrenci velisi de, bizi çocuklarının ders günü sonuna kadar “özel bakıcısı” sanmaktadır.
Öğretmen asıl görevi olan “öğretmek görevini” bir kenara bırakan, Pazartesi sabahları, Cuma akşamları, okul her tatil oluşunda ve her milli bayramlarda okunan “İstiklal Marşımızın” yılmaz bekçisidir(!). Bu törenlerde öğretmen öğrencilere kıpırdamadan nasıl durması gerektiğini otoriter bir ses tonuyla söyler ve öğretir. Disiplin olayları daha çok bu törenlerde çıkar.
Kolay değil öyle öğretmenin mesleğinde yükselebilmesi. Memurlaşması gerekir önce(!). Sistemde, öğretmenin öğretimi "nasıl gerçekleştirdiği" ile kimse ilgilenmez. Ve "iyi öğretmek" hiçbir zaman öğretmenlikte yükselebilme kriteri (zaten öğretmenlikte yükselebilme, rekabet ölçütleri yoktur) olmamıştır.
Öğretmen kendisine öğretilmek üzere verilen çocuğun terbiyesiyle ne kadar ilgilenirse o kadar göz doldurur.Öğretmen törenlerde teneffüs aralarında çocukların ne giymesi gerektiğini ne kadar sert bir dille söylerse, hatta öğrenciyi ne kadar hırpalarsa o kadar iyidir.
Öğrenci saç ve modellerinin uzunluğu, gücünü saçlarının uzunluğundan alan “Samson’un” biyografisinden çok daha önemlidir öğretmen için…
Ne yazık ki, okullarımızda her kademede üniversiteler dahil kendini “öğretmenden çok eğitici (terbiye edici)” zanneden memurlardan “çokça” mevcuttur.
Öğretmen, mesleğinde yükselebilmesi için gerekli, tabi ki gizli olan milli ve dini ölçütlerin kafeslenmesinden çıkamayıp üzerine asla vazife olamayacak görevleri yerine getirme arzusuyla yanıp tutuştuğu süre içerisinde de bu durum devam edip gidecektir.
Bu süreçten kurtulup bir türlü “ne yaparım da öğrencilerime, ilgili konuyu daha iyi öğretirim” sorusunun cevaplanması basitliğine hiçbir zaman geçemez.
Böyle bir sorunun gereğini yerine getirenler ise, yöneticiler tarafından bir şekilde halledilir. Çünkü öğretmen mesleğini yapıyordur. Öğretiyordur yani...
Diğer taraftan toplumumuz da bu yönde öğretmenden hiçbir istekte bulunmaz. Öğrenci velileri de en çok öğrencisinin kılık-kıyafetiyle, saç modelleriyle ilgilenen otoriter öğretmenleri sever . Onlar için bu tür öğretmenler "oturaklı" öğretmenlerdir(!).
Okullarda "öğretim amaçlı teknolojilerin" kullanılması birçok "martavalın da" sonunu getirecektir.
Erdoğan’ın törende yaptığı konuşmada olduğu gibi, kendimizi gelişmiş ülkelerle bu açıdan kıyaslamak, hem öğretim kalitemizi yükseltecek hem de "öğretmenin" saçla sakalla ilgisi olmadığını gösterecektir.
Tüm öğretmen arkadaşlarımızın günü kutlu olsun.

31 Ocak 2010 Pazar


SİTELER MESLEKİ EĞİTİM MERKEZİ 1997-1998 ÖĞRETMENLER KURULU TOPLANTISI “İLLEGAL TUTANAĞI”

İstiklal Marş ile açıldı “Öğretmenler Kurulu.”
Zamanla kuruldu “satın alma komisyonu” kurulu,
“Muayene ve Teslim Alma Komisyonu” seçimi,
Derken geçildi gündemin altıncı maddesi.

Sırada ne var? Okundu kağıttan,
“Disiplin Kurulu” dendi sıradan,
Başkanı “Ekrem Gürer” sonradan,
Yedek üye oldu okunmadan.

Toplamda otuz iki oy okundu
Adaylar birbirine dokundu,
Sonunda “Disiplin Kurulu” kuruldu
Hayırlı olsun bakalım ne oldu.

Başkan oldu sonunda “Metin Ak”
Çalışacak bir sene belki ömür boyu,
Seçtiler onu topladı tüm oyu,
Uzamıştır herhalde eli kolu.

Anlamlı bakış attı “Sedat Tekerek”
Şöyle bir baktı içini çekerek
Kalemi başına başına vurdu,
Sonra da sırtını kaşıdı durdu.

Katkı payı gündemn maddesi,
Ahmet hızla okudu küfürlü geçti,
Seçim için oylamaya geçildi
Katkı payı yine öğrenciye geçti.

Herkes alacak pay, “katkı payından”
Öğrencilerden çıkacak halleri duman
Toplanacak para her ay durmadan
Asıl Müdür Yardımcılarının halleri perişan.

Yılmaz’dan istedim “ver bir sigara,”
“Olmaz” dedi herkes sırada,
İhtiyacım vardı en sonunda
Verdi Yılmaz ama herkese sigara.

Yakıldı sigaralar her yer duman
Küçücük bir oda “of aman aman”
Açın pencereleri çıksın bu zehiran,
Yoksa halimiz olacak perişan.

Eğitsel kolların seçimine geçildi,
Almadı hiç kimse ciddiye (mi)
Yoksa faaliyet ne yapsın öğretmen
Zamanı varmı ki “kahvehaneden”

Geldi odaya “arada” pastalar,
Biraz dinlenelim olsun oda havadar,
Konuşsunlar arada hepsi kafadar,
Devam edersiz kurula bitince aralar.

Eğitim ve öğretim ortak sorunlar
Sınav konuları, fotokopi, kopyalar,
Dar okulda takılacak yaka kartları
Yoksa müdür paralar.

Malzemesiz öğrencileri de okula alalım
Getirmez ise sokağa atalım,
Kahvehaneye giderse suratına çarpalım
Sonra da sigara yakıp keyfimize bakalım.

Tebliğler dergisini unutmayalım
Ara sıra okuyup imzamızı atalım,
Sonra suş işlemiş oluruz ne yapalım.
Olmaz ise bütün dergileri yakalım.

DG.