6 Aralık 2009 Pazar

İmam Hatip liseleri


Ahkâm kesilen toplantılarda yapılan konuşmalar ve tartışmalarda hep “eğitimin” önemine işaret edilir? Toplantıların veya tartışmaların “Dede Korkut’u, ” genellikle eğitimin öneminden bahsederek bitirir konuşmasını. Hani deriz ya “Her işin başı eğitimdir; başımıza ne geliyorsa eğitim eksikliğindendir” diye. İşte öyle…

Sözde bu kadar çok önemsediğimiz eğitimi aslında o kadar çok hafife alıyoruz ki…

“Ülkemizde eğitim, ” milli ve dini kalıplar arasında sıkıştırılmıştır. Bu haliyle bir türlü bilimsel temellere oturtulamayan eğitim, gelen geçen iktidarların (özellikle darbe iktidarları) var olma nedenlerini sağlayan kalıplama merkezine dönüşmüştür.

Yıllar önce büyük usta “Çetin Altan, ” Cami ile kışla çatışmasının siyaseti belirlediğinden söz etmişti. Doğrusu meslek lisesi mezunlarına, üniversiteye giriş için katsayı uygulamasının kaldırılması ve Danıştay kararıyla durumun tekrar eski haline dönmesi, tam da “kışla ile cami” çatışmasına “cuk” diye oturuveren apaçık bir örnektir.

Bir kere "bilimsel düşünce" dışına çıkılırsa artık her şeyi yanlış yapmaya başlarsınız. “İmam Hatip Okulları” açarsınız. Sonra buradan mezun ettiğiniz öğrenciler “Üniversiteye girmesin” diye çabalarsınız.

Bilimsellikten uzaklaştırılan eğitim artık her yöne çekilebilir duruma gelmiştir. Konu görüldüğü gibi “Temel Hak ve Özgürlükler” konusuna da dönüşür bir kör dövüşüne de dönüşebilir. Hiç kimse bu durumu bozmamak için Dünyadaki bu tür uygulamalara bakmaz.

Eğitimde, öğretimde kullanılan dini ve milli kalıpların zararlarını görmek istemezler. Buradan geçinirler çünkü. Varlık nedenleri tam olarak da buradadır.

İmam Hatip Lisesi dışında kalan okullarımızın da hali belli değimli? Okullar ağzına kadar öğrenci dolu. Başbakanımız halen daha “Üç çocuk yapın” desin. Kalabalık sınıflarda öğretim nasıl yapılabilir? “Bayrak törenlerimizi, Milli Bayram kutlamalarını ve Andımızı biliyorsunuz.” Düşünsenize, hem açılım yapacaksınız, hem de çocukları bu tür etkinliklerde yerel olarak kalıplamaya devam edeceksiniz.

Diğer taraftan 2010 yılına girerken halen daha “Talim Terbiye Kurulumuz var;” bari ismini değiştirin. Çünkü “Öğretmenler” kendini önce “eğitmen” zannediyor. Bazıları da terbiyeci… Milli Güvenlik derslerine öğrenciler “üniforma hayranlığı” ile kuvvetli bir “dikkat” çekilerek, “hazır ol” vaziyetinde başlatılır. “Komutan düşünceli ve uygulamalı” öğretmenlere de oldukça sık rastlanır. Bu tür öğretmenler, öğrencilerin her sabah okula girmeden önce sıraya alınmasını mutlaka önerirler. Bazı okullarda öğle vakitlerin de bile öğrenci sıraya sokularak okula alınır.

Öğretmen de böylesine bir sistemde ne yapsın, öğretmekten çok her işi yapıyor. Bazen “Güvenlik görevlisi” oluyor, bazen “dadı, ” haftada bir de nöbetçi…
Saç, sakal, bıyık, kılık-kıyafet; bunlar, okullarda “öğretimden” daha fazla üzerinde durulan konulardır. Dersi öğrenemezsen okula girebilirsin, ama kot pantolonun giymişsen okula giremezsin.

Durum aynen böyle; “ne yapıyoruz biz?” diye soran yok.

Düşünen, eleştiren, hak-hukuk gözeten yorum yapabilen, Teknolojik gelişmelere açık ekip çalışmasına yatkın, “özgüven desteği” öncelikli, korkmadan düşündüğünü söyleyebilen, okuyan öğrenci, eğitimi, ne zaman “milli ve dini kalıplama menfaatleşmesinin” önünde yer alacak ki?

Böyle konuştuğunuz zaman da hemen atılırlar, “efendim henüz o seviyeye gelemedik” Peki, sizce ne zaman o seviyeye gelebiliriz? 100 yıl sonramı?

Eğitim-öğretimi, yerel ve dini kalıplardan kurtarmadıktan sonra ülkeye barış gelir mi zannediyorsunuz? Kürtler, Türklerin kafasında, gerçekten beyinsel olarak eşit hale getirilebilir mi? Aleviler hakkındaki peşin yargılar “açılımla” bir anda bitirilebilir mi? Beyinlerdeki yerel kalıplar, böyle bir eğitim sistemiyle değişebilir mi?

Kaç yıl geçerse geçsin sonunda “Onur Öymen” gibi sistemin kalıpladığı insanlar her an bilinçaltlarını böyle tabaklayıverirler ortaya. Biz de apışıp kalırız. Matrix’in yeni farkına varmış gibi, ülkemizde “Dersim olayları yaşanmış, analar ağlamış” deriz. “Ülkemizde kart-kurt sesli ne olduğu belirsiz insanlar değil “Kürtler de yaşıyormuş” deriz. “Ermenileri sürmüşsüz, göçe zorlamışsız” deriz.

Dünyadan kopuk bir biçimde, yerel ve dini kalıplar kullanarak, eğitim sistemimizi durmadan kendi çıkarımıza uygun halde biçimlemeye kalkarsak, bedelini en ağır bir şekilde kuşaklar boyunca hep birlikte ödemeye devam ederiz.

Atatürk den bitirelim bu kez; “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir”